Türk tarihçiliğinin duayen ismi Türk Tarih Kurumu Şeref Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı, II. Gebze Kitap Fuarı’nın açılışı için 29 Nisan 2023 tarihinde Gebze’ye geldi. Açılış konuşmalarını yaptıktan sonra tarih meraklılarıyla Gebze Kültür Merkezi’nde bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşiden satır başları:
“Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı tartışılacak bir muhasebedir. Bu muhasebeyi Türkiye yapamadı. Aşağı yukarı on yıldır bir programla bir takım ciddi eser ve araştırmaların yapılması lazımdı. Mukayeseli cetvellerin ortaya çıkması lazımdı. Kaba hesapla şu kadar nüfus var falan demekle olmaz. Nüfusun niteliklerinde ne kadar değişim var o niteliklerin başka memleketlerdeki niteliklerle mukayese edilmesi lazımdı. Birtakım kurumların nasıl değiştiğini ifade etmek gerekirdi. Eğitimde olsun sanayide olsun yaşanan gelişmeler karşılaştırılmalıydı. Bunu tam anlamıyla gerçekleştiremedik.
Türkiye’nin son yüz yıllık tarihi (1923-2023) belki de eski devletler tarihi kadar karanlıktadır. Bu dönemi münakaşa ve münazara yoluyla anlamaya, anlatmaya çalışıyoruz. Bu büyük bir yanlıştır. Bunun en açık örneği Lozan Barış Antlaşması üzerine yapılan münakaşalardır. Bazıları Lozan’ın bir yenilgi olduğunu iddia etmektedir, Lozan yenilgi falan değildir. Türk halkı büyük bir mücadele vermiş, bir savaş yapmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm İttifak Devletleri’nin teslim olduğu ve ağır şartları kabul ettiği bir dönemde Türkler uluslararası savaş hukukuna uygun bir şekilde bir mücadele yürütmüş, kazanmıştır. Bu nedenle Lozan Barış Antlaşması zaferdir. Bu antlaşmada kapitülasyonlar gibi azınlıklar meselesi gibi önemli sorunlar çözüme kavuşturulmuştur.
Lozan’da çözüme kavuşturulamayan en önemli meselelerden birisi boğazlar meselesi bir diğeri de Hatay ve Musul meselesidir. Boğazlar meselesi, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin lehinde çözüldü. Boğazlarda egemenliğin Türkiye’ye geçmesi oldukça önemlidir. Hatay meselesi, 1938 yılında çözüme kavuşturulmaya başlandı, 1939’da Türkiye’ye bağlandı. Ne yazık ki Musul’da durum aynı olmadı.
Ayrıca şunun da açıkça bilinmesi gerekiyor; I. Cihan Harbi ile özellikle kıta Avrupası’ndaki milletler, I. Cihan Harbi öncesindeki durumlarına göre geri gittiler, büyük bir gerileme yaşadılar. Bunun nedeni ise I. Cihan Harbi benzeri bir savaşın daha önceden yaşanmaması, ilk defa bu savaşta ileri teknolojide silahlar kullanılmasıdır. Gelişen savaş teknolojisine bağlı olarak savaşın birkaç ayda bitmesi bekleniyordu. Fakat savaş beklenmedik bir şekilde dört yıl sürdü. Dört yılın sonunda insanlar evlerine döndüler fakat bu sefer de başka bir sorun ortaya çıktı; salgın hastalıklar... Salgın hastalıklar, savaştan daha fazla ölüme neden oldu. Bunlar içerisinde en fazla ölüme neden olan İspanyol nezlesidir.
Savaş sırasında ve sonrasında Avrupa’da sosyal hayatta çok ciddi sorunlar ortaya çıktı. Erkeklerin savaşta olması nedeniyle kadınlar sosyal hayatta ve iş hayatında daha aktif bir şekilde yer almaya başladılar. Bu yalnızca Avrupa’da değil bizde de bu şekildeydi. Kadınlar fabrikalarda çalışmaya başladılar, maliyede ve farklı alanlarda memuriyet görevlerinde bulundular hatta nezaretlerde (bakanlıklarda) bile çalıştılar. Bu Osmanlı’da bir ilkti. Çünkü daha öncesinde Osmanlı’da kadınların memuriyet alanları öğretmenlik vb. alanlarla sınırlıydı. Bu yönüyle I. Cihan Harbi sonrasında Türk kadını, sosyal hayatta daha fazla görünür oldu, hayatın merkezinde yer aldı. Bu durum Osmanlı’da ve cumhuriyetin ilk yıllarında feminist hareketlerin başlamasına neden oldu.
Osmanlı Devleti, I. Cihan Harbi’nde bir milyondan fazla kişi silah altına alındı. Bu inanılmaz bir rakamdı. Osmanlı tarihinde hiçbir savaşta bu kadar insan silah altına alınmamıştı. Osmanlı bu dönemde büyük bir diplomasi savaşı da yürütüyordu. Fakat maalesef son Osmanlı Hariciye Nezareti, yabancılarla iş birliği yapan ve yabancılara boyun eğen memurlardan oluşuyordu. Bu da devlete büyük zarar verdi.
Türkiye Cumhuriyeti, I. Cihan Harbi’nden sonra gerçekleştirilen Türk İstiklal Mücadelesi ile kuruldu. Türkiye’nin temelleri Lozan’da atıldı. Türkiye yeni bir düstur ile yola çıkıyordu. İdare sistemini, hukuk sistemini ve eğitim sistemini yeniden inşa etti. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yeni bir öğretmen sınıfı oluşturuldu, tıp ve sağlıkta müthiş bir devrim yapıldı. 1920’lerin 1930’ların Almanya’sında doktorlar gönüllü olarak köylüye ulaşırken biz bu hizmetleri sistemli bir şekilde devlet eliyle gerçekleştirdik. I ve II. Cihan Harbi’nde tüm dünyada salgın hastalıklar yüz binlerce insanın ölümüne neden olurken Türkiye uyguladığı doğru sağlık politikalarıyla daha az etkilenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, yüz yıllık tarihinde en büyük başarılarından birisi uyguladığı doğru sağlık politikalarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan eğitim reformu, cumhuriyetin ilk yıllarında da devam ettirildi. Modern dünya ile iletişim kurmak için dil eğitimine büyük önem verildi. O dönemde kendi yetiştirdiği kadrolarla dil eğitimini vermeyi başaran iki devlet vardı; Osmanlı ve Rusya. Yabancı dil eğitimindeki bu başarı cumhuriyetin ilk yıllarında da devam ettirilse de yüz yılın ikinci yarısında bu başarı devam ettirilemedi. Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadar geçen süreçte yükseköğretimde başarılı olduğumuz alanlar; tıp, mühendislik ve iş idaresi alanlarındadır. Hukuk inkılâbı yapmamıza rağmen hukukçu yetiştirdiğimiz fakültelerde aynı başarıyı gösteremedik halen de gösteremiyoruz.
Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşmek için büyük çaba sarf etti ve sanayileşmenin temelleri bu dönemde atıldı. Yüz yıllık süreç içerisinde bu alanda büyük atılımlar gerçekleşti. Ne batımızdaki Yunanistan ne doğumuzdaki İran, Türkiye kadar sanayileşemedi. Bu yönüyle Türkiye bölgedeki diğer ülkelerden farklı bir konumdadır. Türkiye’nin demokratikleşme tarihi, benden daha yaşlıdır. 1946 yılında ülkemizde çok partili hayat başladı. 1950’den sonra çok partili hayatın kendine has skandalları, rezillikleri oldu ama kendine has faziletleri de vardı. 1961 yılından sonra komünist parti benzeri partiler bile meclise girdiler. Bu doğuda ve batıda kolay görülebilecek bir şey değildir. Bu Türk Demokrasi’si adına çok büyük bir atılımdı. Bu sebepten dolayı Türk Demokrasi’si yerinde saymamış, büyük gelişmeler göstermiştir. Birçok şeye yabancı olduğumuz gibi dünyadaki ve ülkemizdeki demokratikleşme hareketlerine de yabancıyız. Kendi kendini övmek, övünmek yanlıştır fakat aşağılamak da yanlıştır. Ülkemizin zengin bir demokrasi kültürü vardır, yüz yıllık süreçte birçok konunun muhasebesi yapılmadığı gibi bu konunun da muhasebesi yapılmamıştır.
Anlaşılamayan konulardan birisi de Türk Dış Politikası ve uluslararası ilişkilerdir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da diktatörlükle yönetilen faşist devletler ön plana çıktı. Bu süreçte yaşananlar, II. Dünya Savaşı’nın zeminini hazırladı. II. Dünya Savaşı sonrasında dünya ABD etrafında toplanan ülkelerin oluşturduğu “Batı Bloğu-Nato Ülkeleri” ve SSCB’nin etrafında toplanan “Doğu Bloğu-Varşova Paktı” ülkeleri olarak ikiye ayrıldı. Bu dönem fiili savaşın olmadığı, savaşın diplomasi ve uluslararası ilişkilere yansıdığı “Soğuk Savaş” dönemi olarak adlandırılmaktaydı. Şuan ki dünya düzeni çok değişti. Bu değişimi anlayan var, anlamayan var ama anlaşılması gerekiyor, Türkiye başka bir memlekettir. Bu nedenden dolayı bu düzen içerisinde Türkiye bir taraf değildir, uluslararası ilişkilerde taraf olamaz.
Yüz yıllık süreç içerisinde Türkiye kendi kendisine yetebilen bir tarım ülkesiyken bu özelliğini kaybetti. Yakında tarlalar da boş kalabilir, bu sorunun temelinde köylünün eğitilememesi vardır. Eğitim alamayan köylü, köyünü terk etmiştir. Böyle bir durumda dışarıdan gelecek nitelikli nüfusa karşı çıkmak abestir. Dışarıdan gelecek zirai göçün engellenmesi yanlıştır. Bugün ABD, İsrail gibi ülkelerin kırsal kalkınmasındaki temel etkenlerden birisi bu alanlarda dışarıdan gelen nitelikli göçtür.
Tarımsal üretimde dikkat edilmesi gereken hususlar arasında tarım arazilerinin imara açılmaması, sanayi tesislerinin bu alanlar dışında farklı alanlara kurulmasına dikkat edilmesi gibi hususlar vardır. Ben çocukken Gebze bölgesinde zeytinlikler vardı. Ben çocukken İzmit’ten, İstanbul’a gelene kadar zeytinlikler arasından geçerdik. Şuan bu zeytinlik alanların yerinde sanayi tesisleri var. Bir memleket zirai ürün kapasitesini böyle yok ederse açlığa mahkûm olur. Çok açık bir şekilde söylüyorum. Bunları korumamız gerekir. Konuşmamı tamamlamadan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’ndan da bahsetmek istiyorum. Kendisini tanıma fırsatı buldum çok yakın arkadaşımdı. Türk dilinin korunması için büyük özen gösterdi. Kendisini rahmetle anıyorum” sözleriyle söyleşisini tamamladı.
Söyleşi sonrasında Gebze Belediye Başkanı Zinnur Büyükgöz, İlber Ortaylı’ya bir tablo takdim etti. Kulise yönelen Ortaylı’ya, kuliste Evrensel Kültür ve Sanat Derneği üyeleri tarafından karşılandı. Dernek üyeleri adına Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyesi Tablosu’nun yer aldığı bir plaket takdim ettik. Türk tarihçiliğinin duayen ismi Sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı Hocamıza verdiği değerli bilgiler ve keyifli söyleşisi için teşekkür eder, şehrimize yeniden bekleriz.