Her birimiz bir anne-babadan dünyaya gelmişiz ve bir ailenin üyesiyiz. Belki de erkek veya kız kardeşimiz, amcamız, dayımız, teyzemiz, büyük baba ve büyük annemiz vardır. Evlendikten sonra eşimizin ailesinin de üyesi sayılırız. Tüm bunlar üzerimize özel sorumluluklar ve görevler yüklemektedir. Anne-babaya saygı, eşler arasındaki ilişkiler, çocuk eğitiminin şekli, sılayı rahim ve irili ufaklı daha birçok mesele bu tür muaşeretin konularını teşkil etmektedir. İleride ayrıntılı şekilde İslami yaşam tarzında aile ilişkileri konusunu açıklayacağız.
Bu bölümün devamında ayetler ve rivayetler ışığında İslamî yaşam tarzının sosyal ilişkiler alanındaki genel kriterlerine özet şekilde değineceğiz:
Muaşeretin Genel Kriterleri
Bedevi bir Arap Peygamberin (s.a.a) huzuruna varıp şöyle arz etti: “Ey Allah’ın Resulü! Bana öyle bir şey öğret ki onu yaptığımda cennete gireyim.” Şu gerçek herkesin malumudur ki Peygamber (s.a.a), muhatabın durumunu da dikkate almalı ve her gün o hazretin huzuruna varıp feyiz alma şerefinden mahrum olan kimselere birçok ahlaki değerlere temel teşkil edecek nitelikte bir amel pratiğini sunmalıdır. Yani öyle bir ölçü vermelidir ki muhatap onu hayatının her alanında kullanarak cennetliklerden olabilmelidir. Hz. Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle buyurdu:
“Halktan sana ulaşmasını istediğin şeyi onlara ulaştır ve insanlardan sana ulaşmasını istemediğin şeyi de onlara ulaştırma”
Ey oğlum! Nefsini kendinle başkaları arasında tartı haline getir, kendin için sevdiğin şeyleri başkası için de sev, kendin için hoşlanmadığın şeyleri başkaları için de hoşlanma. Zulme uğramayı sevmediğin gibi, kimseye de zulmetme. Sana nasıl iyi davranmalarını istersen, sen de öyle iyi davran. Başkalarında çirkin gördüğün şeyi, kendin için de çirkin gör; onlar yaptıklarıyla seni hoşnut ettikleri gibi, sen de onları razı et. Bildiğin az bile olsa, bilmediğini söyleme. Sana söylenmesinden hoşlanmadığın şeyi de başkalarına söyleme
Bu kanun gerçek manada sosyal ahlak ve başkalarıyla muaşeret şekli konusunda genel bir ölçüdür. Birçok ahlaki mektep bu kanunu kabul etmiş ve kendi ahlak sisteminde ondan faydalanmıştır. Toplumsal davranışlarımızın doğru olup olmadığının teşhisi için en üstün ve kâmil ölçü budur. Bu ölçü tüm sosyal davranışlarda kullanılabilir; eş, çocuk, anne-baba, akrabalar, komşular, hemşeriler ve genel olarak tüm insanlarla olan ilişkilerde bu ölçüden faydalanılabilir.
Neden başkaları karşısında bu ölçüyü kullanmalıyız? Neden kendimizi onların yerine koymalı, kendimiz için beğenmediğimiz şeyi onlar için de beğenmemeliyiz ve kendi hoşumuza giden şeyi onlar için de hoş görmeliyiz? Bu gerçekte insana özel bir bakış felsefesi temeli üzerine kurulu bir ölçüdür. İlahi peygamberlerin öğretileri ve semavi kitapların açık ifadelerine göre bütün insanlar Âdem ve Havva adında bir anne ve babanın çocuklarıdır. Bu esasa göre tüm insanlar insaniyette, insani yücelik ve şerefte ortaktırlar. Tüm insanların karşılıklı insani beklentiler içinde oldukları konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Yani şöyle bir beklentide bulunamayız: Başkaları bize saygılı davranacak, saygınlığımızı gözetecek, emanetlerimizi bize iade edecek, hakkımızda kötü söz konuşmayacak ve özel hayatımıza karışmayacak ama bizim onlara karşı bu davranışları riayet etme gibi bir sorumluluğumuz bulunmayacak.
Başkalarının bizden beklentilerini en iyi şekilde derk etmenin yolu, kendimizi onların yerinde tasavvur etmektir; eğer biz onların yerinde olsaydık karşımızdakinden nasıl bir davranış beklerdik? Bu yolla başkalarının bizden beklentilerinin ne olduğu anlaşılabilir.
Sadi Şirazi, Külliyatı Sadi kitabının öğütler bölümünde bu hakikati şiir kalıbına dökmüş, şöyle demiştir:
Ben yaşlı bir bilginden duydum
Sen de benden duy şu nasihati
Beğenmiyorsan bir şeyi nefsine
Beğenme onu başkasının nefsine